27 Şubat 2014 Perşembe

Oto Yedek Parça


Günümüzde teknolojinin baş döndürücü ilerlemesi tüm hızıyla devam emektedir. Bir yandan yeni şeyler ortaya çıkarken diğer yandan da mevcut olanlar kullanılmaya devam etmektedir. Kullanılan mevcut şeyler zamanla eskiyerek işlevini yerine getirememektedir. Ya da tam tıkırında çalışırken herhangi bir sebeple arızalanarak çalışamaz hale gelmektedir. Bu tür durumlarda yedek parça kavramı ortaya çıkmaktadır. Özellikle elektronik ve otomotiv sektöründe çok sık karşılaşılan bu kavram için çok sayıda iş yeri bulunmaktadır. Otomotiv sektöründe çok büyük öneme sahip olan yedek parça konusunda çok sayıda firma hizmet vermektedir. Bu firmalardan bazıları sanayi bölgelerinde hizmet verirken bazıları da teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak hizmet vermektedir. İnternet üzerinden hizmetlerini ve oto yedek parçalarını tanıtarak müşterilerine 7/24 hizmet vermektedir. Bu sitelerden birisi olan www.aloparca.com oto yedek parça sektöründe hızlı yükselişine devam etmektedir. Sitede yedek parça konusunda ihtiyaç sahiplerine her türlü konuda yardımcı olunmaktadır. Özellikle Fiat yedek parçaları ile ilgili her türlü malzemeyi rahatlıkla bulabilirsiniz. Site içerisinde Fiat etiketiyle piyasaya sürülen Albea, Brava, Doblo, Ducato, Fiorino gibi tüm modellerin yedek parçalarına ulaşabilirsiniz. Sitede yer alan Fiat yedek parçaları ve diğer tüm parçaları uygun fiyatlardan bulabilirsiniz. Sitede en son çıkan ürünler en uygun fiyatlardan satılmaktadır. Zaman zaman düzenlenen kampanyalarla piyasanın çok daha altında yedek parça satışları yapılmaktadır. Bu konuda ihtiyacı olan kimseler keselerine en uygun yedek parçaları en uygun fiyatlardan satın alabilir.

30 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni yıl hedeflerinizi nasil gerçekleştirebilirsiniz?



Yeni bir iş, farklı bir kariyer ve belki de aşk… 2013’ü geride bırakmaya hazırlandığımız şu dönemde pek çok kişinin yeni yıl hayallerinin en kilit kelimeleri arasında bunlar yer alıyor. Beynimizde yeni bir başlangıç ve heyecan olarak kodladığımız yeni yıl, farklı umutları da beraberinde getiriyor. Sene içinde yaşanan olumsuz durumları telafi etme fırsatı olarak da görülen yılbaşları kişilerde adeta piyango olarak görülüyor. Peki, insanlar özellikle neden yeni yıldan büyük beklentiler içine giriyor? Büyük kararlar almak için bu dönemi beklemek ne kadar doğru?

DBE Kurumsal Gelişim Merkezi Yöneticisi Psikolog Ayşegül Horozoğlu Enkavi insanların yeni seneyi bir milat olarak gördüğüne dikkat çekiyor. Enkavi, “Yeni başlangıçlar yüksek motivasyon ister. İnsanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemezler. Şimdiye kadar yapmadığını yapmak ya da yaptığı şeyleri yapmaktan vazgeçmek kolay değildir. Bu nedenle bir başlangıç noktası belirlemek ilk adımı atmak anlamına gelir ve gerekli olan motivasyonu sağlar. Hafta başı, yılbaşı, dönem başı gibi günler başlangıcı çağrıştırdığı için herkes tarafından tercih edilen zamanlar oluyor” diyor.

Planlama motive eder
İsteklerin gerçekleşmesi için plan yapmanın her zaman olumlu sonuçlar getirdiğine dikkat çeken Enkavi, bu nedenle yeni yıl motivasyonunu umut verici buluyor. Enkavi, “Burada önemli olan istediğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu tüm detaylarıyla netleştirmektir. Yani varmak istediğimiz noktayı ve o noktaya varana kadar izleyeceğimiz yolu tanımlamak gerekir. Kariyerimizi planlarken daha çok mantığımız ile hareket ederiz, ancak konu aşk olduğunda duygular daha fazla işin içine girer. Dolayısıyla kariyer gibi konularda plan yapmak daha kolay olsa da aşkı planlamak daha zordur. Yine de böyle bir planlama yapabiliyorsak ve bu bizi motive ediyorsa neden olmasın?” diyor.
Hayal kırıklığı yaşamamak için bunlara dikkat!
Zihnimizin yeni bir şey öğrenirken yoğun bir çaba harcadığını, bu nedenle ancak istikrarlı davranmanın başarıyı getirdiğini anlatan Enkavi, “Yeni davranışımız istikrarla tekrar edilirse kim olduğumuzu belirleyen unsurlardan biri haline gelir. Bu nedenle uygulaması kolay ve bizi emin adımlarla hedefe ulaştıracak kararlar almamızda fayda var. Örneğin, zayıflamak istiyorsak önce daha sağlıklı yemekler hazırlamaya başlamak, vermemiz gereken çok kilomuz varsa öncelikle vereceğimiz ilk beş kiloya odaklanmak gerekir. Küçük hedeflerin uygulaması her zaman daha kolaydır ve sizi büyük hedefe yavaş yavaş ve daha emin adımlarla ulaştırır. Değişikleri hayatımıza teker teker yerleştirmek de uzun dönemli bir başarının anahtarıdır ” diyor.

Ulaşılır hedefler belirlemeli

Sadece yeni yılda değil alınan tüm kararların uygulanabilir olması için hedefin çok net belirlenmiş olması, hedefin gerçekleşmesini sağlayacak aksiyonların adım adım çıkarılmış olması gerektiğini anlatan Enkavi, yeni kararları alırken şu önerilerde bulunuyor: “Hedef uzun soluklu büyük bir hedef ise, bunu daha küçük parçalara bölerek gerçekleştirmek gerekir. Kısa vadeli hedefler gerçekleştikçe daha uzak ya da zor hedefe varmak kolaylaşır. Bizi motive eder, hedef gözümüzde büyümez ve ulaşılmaz olmaktan çıkar, çünkü ulaşılması zor gözüktüğünde, vazgeçmek çok daha kolay olur. İnsanoğlu, bir hedefin ucunda tanımlanmış bir ödül yoksa kolay vazgeçebiliyor. Kararımızı uygulamak için güçlü bir dürtü olması ve bununla ilgili duygu geliştirmemiz gerekir."

18 Aralık 2013 Çarşamba





Uzun yaşam, ama nereye kadar?



Uzun yaşam, ama nereye kadar?
Dünyanın dört bir yanında insan ömrü uzuyor ve gelişen tıp sayesinde azrail sürekli geri püskürtülüyor. Ama uzun yaşam gerçekten iyi bir şey mi?

Californiya'da tam bir egzersiz çılgınlığı yaşanıyor mesela.

İnsanların görüşüne saplantılı Beverly Hills bölgesinde vitrinler "ömür uzatan" haplar ve şuruplarla dolu.

Santa Monica'daki parklarda o kadar çok sayıda yoga ve egzersiz kursu yapılıyor ki, yetkililer artık bir önlem almak gerektiğini düşünmeye başladı.

2006 yılında çekilen Fast Food Nation (Hamburger Cumhuriyeti) filminin yapımcısı Ed Saxon "California'da sabahın 5'inde spor yapan insanlar görüyorsunuz. İki ihtimal var. Ya bundan zevk alıyorlar, ya da yaşlandıkları için derin bir mutsuzluk içine düştükleri, nevrotik bir ruh hastalığı geçiriyorlar" diyor.

Saxon, "55 yaşındaki birinin 25 yaşında görünebileceğini hayal ederek estetik ameliyatlar yaptırması, ya da fanatik bir şekilde kendisini spora vermesi, pek iyi bir fikir gibi görünmüyor bana. Olduğundan genç görünme saplantısı gerçeklerin inkârı, hatta bir bakıma kişinin kendi değerini inkâr anlamına geliyor" diye sürdürüyor.

Egzersiz gibi bir çılgınlık haline gelen diğer şey ise "sağlıklı beslenme". Bir çok insan artık ne yerlerse daha uzun yaşayacakları konusunda sürekli değişen tavsiyeleri imanla takip eder hale geldi. "Kahvaltıda yaban mersini, karalahana püresi ve glutensiz kızarmış ekmek mi yesem?", "Kırmızı şarap ya da çikolata sağlığa iyi mi, kötü mü?" gibi sorularla cebelleşiyor.

Öneriler, kafaları karma karışık edebilir, ama amaç gayet açık ve net: Ölüm mümkün olduğunca ertelenecek

Ünlü Amerikalı yazar Susan Jacoby iki yıl önce yayımladığı Never Say Die (Ölümü Ağzına Alma) kitabında, uzun yaşamın özenilecek bir şey olmadığını savunuyordu.

"ABD'de artık otomatik olarak uzun yaşamın iyi bir şey olduğu varsayılıyor" diyor.

"Yaşlanmaya ve hastalıkları bazı ürünler satın alarak durdurabileceğiniz gibi irrasyonel düşüncelerin arkasında, Amerika'nın yaşlanmaya karşı duyduğu gerçek nefret yatıyor.

67 yaşındaki Jacoby, yaşlanmayla mücadele sektörünün ortaya attığı "yaşam tarzı" ya da "destek ürünler" gibi konseptleri "çöp" diye tanımlıyor.

"Eğer birisi size 120 yaşına kadar sağlıklı bir şekilde yaşayabileceğinizi söylüyorsa dikkat edin, mutlaka size bir şey satmaya çalıştıklarını görürsünüz" diyor.

Amerikalı yazar, "Gerçeklere bakalım" diyor. "90'larını görebilen insanların büyük çoğunluğu uzun yıllarını bakıma muhtaç bir şekilde geçiriyor."

"67 yaşında her zamankinden daha sağlıklıysak, 87 ya da 97 yaşında da aynı şeyin olabileceği mitini kabulleniyoruz. Ve modern tıbbın geliştirdiği tartışmalı yöntemlerle hakikaten insanlar çok uzun süre hayatta tutulabiliyor. Ama bu insanlara nasıl bakılacağı konusu çok daha ciddi bir şekilde düşünülmek zorunda."

Politikacılara yönelik bu öneri aslında hepimizi ilgilendiriyor. Uzun yaşamak istiyor muyuz? Ne pahasına? Ya da , uzun yıllar bakıma muhtaç olmak, hastalıklarla boğuşmak pahasına yine de uzun yaşamak istiyor muyuz?

1980 yılında Stanford Üniversitesi tıp profesörlerinden James Fries, New England Tıp Dergisi'nde yayımlanan araştırmasında, kronik hastalıkların ertelenebileceği ve sürelerinin kısaltılabileceği bir toplum vizyonu çizmişti. Bu toplumda insanlar tamamen sağlıklı yaşamlar sürüyor ve nispeten daha çabuk ölüyorlardı. Yani yaşamın hastalıkla geçirilen kısmı kısalıyordu.

Profesör Fries bunu "ölüme gidişin kısaltılması" diye tanımlamıştı. Bu çalışma sağlıklı yaşlanma konusundaki çağdaş yaklaşımların şekillenmesinde önemli rol oynadı.

Fakat bir sorun var. İnsanlara daha uzun yıllar sağlıklı kalabilmek için ne yapmaları gerektiğini söylemek kolay. Ama ölüm öncesi hastalıklarla boğuştukları dönemi nasıl kısaltacakları konusunda ne söylenebilir?

Joseph ve Anne Gias, 60'larında bir çift. Her ikisi de sağlıklı.

İleri yaşların getirebileceklerinden endişeliler.

Anne, "80'den uzun yaşamak istemiyorum" diyor. "Sanıyorum insanlar en çok 80 ile 85 yaşları arasında sağlıklarını kaybediyorlar. Bu yaş grubunda o kadar çok zihni gerileme de gördüm ki, ben aynısını yaşamak istemiyorum."

Anne Gias'ın endişelerine karşın, çok uzun ve gayet sağlıklı yaşayan bir çok insan var.

Besse Cooper geçen yıl 116 yaşında ölmeden önce, dünyadaki en yaşlı insandı.

Ölene kadar sağlığının çok iyi olduğu ve bir yerinin bile ağrımadığı yazıldı.

Hareketli bir hayat sürmüş ve hiç bir zaman sağlıksız şeyler yememişti.

Hayattaki son gününde iştahla kahvaltı etmiş, saçını yaptırmış ve arkadaşlarıyla bir video seyretmişti.

Öğleden sonra nefes alma güçlüğü çekmeye başladı ve kısa süre içinde öldü.

Uzun ve sağlıklı bir hayat ve hızlı bir son ile "ölüme gidişin kısaltılması" konusunda mükemmel bir örnek olmuştu Cooper.

26 Kasım 2013 Salı



Yabhudiler lanetli mi? "Yahudiler lanetlenmiştir." şeklinde bir ayet veya hadis var diye hatırlıyorum. Bunu nasıl anlamalıyız?



Değerli kardeşimiz;
Kur'an-ı Kerim'in çok yerlerinde Yahudilerin karakterleri ve vasıfları zikredilerek, bu kötülüklerinden dolayı tehdit edilmekte, azarlanmakta ve tahkir edilmektedirler. Mesela, kendilerine verilen nimetlerin karşılığında şükürsüzlüklerinden, Allah'a şirk koştuklarından, kendilerini yeryüzünde üstün ırk olarak gördükleri için gurur sahibi olduklarından, mezmum hasletler olan hırs ve tamâ ile zillet içinde kaldıklarından bahsedilmektedir.

Tevrat'ta ise, İsrailoğulları bir taraftan "Tanrı'nın (seçkin) kavmi", "mukaddes millet" olarak takdim edilirken; diğer taraftan kötü davranışları sebebiyle de tenkit edilmektedirler. Çünkü onlar Musa ve Hârun'a karşı gelmiş, Rabb'in gözünde kötü olanı yapmış, Baal ve Molok (ilahlaştırılan hükümdarların putları) gibi ilahlara ve altın buzağıya tapmışlardır. Böylece Allah'a verdikleri sözü tutmamış, ahidlerini bozmuş, ahlaksızlık, zina etmiş, ibadethaneleri yıkmış, peygamberlerini öldürmeye çalışmışlardır.

Allah'ın şeriatını bırakıp diğer milletlerin kanunlarını benimsemişlerdir. Yahudilerin kutsal kitabı; İsrailoğullarının doğru yoldan sapmaları ve başka ilahlara kulluk etmeleri sebebiyle peygamberleri tarafından kınandıkları ve azapla tehdit edildiklerini gösteren örneklerle doludur.

Kur'an-ı Kerim'de ise Yahudilerin sahip oldukları vasıflar öz olarak zikredildikten sonra, kötü yanlarının onları hangi felaketlere sürükledikleri nazara verilirken, aslında bütün insanlıkta nefs-i emmareye tabi olmanın sonuçları külli düsturlar şeklinde ortaya konmaktadır. Hüda yerine hevaya tabi olmanın bütün müşahhas neticeleri İsrailoğulları aynasında nazara verilmiş, insanoğlunun yeryüzünde tabi tutulduğu imtihanın şiddeti ortaya konulmuştur. Kur'an-ı Kerim'in tehditleri ve hiddeti, yapılan yanlışlıkların ve işlenen cinayetlerin büyüklüğünü nazara vermesi açısından önem taşımaktadır.

İnsanlık tarihinde mal sevgisiyle şöhret bulmuş ve malı elde etmek için çok fazla çaba sarfedip, hırs gösteren millet Yahudiler olmuştur. Onların bu tavırlarındaki en büyük etken, dünyaya tapar derecede bağlanmalarıdır. Nitekim onların akidelerine göre cennete girecek olan tek kavim kendileridir. Dolayısıyla bu şekilde bir ahiret anlayışına sahip olan bir toplum için, dünyadaki emellerine ulaşmada bütün yollar meşrû olmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de onların dünyaya taptıkları, çok yaşamak istedikleri, mal-mülk elde etmek için her yolu meşru gördüklerinden, dolayı alçaltıcı bir azaba müstehak oldukları zikredilmektedir. Yine Kur'an'da Yahudiler'in maddeyi elde etme hususunda çok aşırıya gitmelerinden dolayı onlara önceden helal olan şeylerin, sonradan haram kılındığı ifade edilmektedir. (Nisa, 4/160-161) Bediüzzaman, Yahudi milletinin hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettiklerinden dolayı zillet ve meskenet tokadı yediğini belirtmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de Yahudilerin sözünde durmamak ve anlaşmaları bozmak gibi kötü bir adetlerinin de olduğu,

"Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez."(Bakara ,2/100)

ayetiyle anlatılmaktadır. Yine Kur'an'da, onların Allah'ın emirlerine karşı geldikleri ve meleklere, peygamberlere düşman olduklarından dolayı inkarcı bir topluluk olduğu ifade edilmekte ve Allah'ın onlara şiddetli azabının olduğu ve onların varacağı yerin cehennem ateşi olduğu zikredilmektedir. Hz. Peygamber (asm) döneminde de Yahudiler O'na sorular sormakta ve iman edeceklerin söylemekte idiler. Fakat kendi anlayışlarına ve nefislerine muhalif cevaplar aldıklarında ise Peygamber'i inkar etmekte idiler.

Yahudilerin şiddetli bir düşmanlıkla hareket ettikleri ve kalpleri katı olduğu için nasihatlerin ve ibretlerin onlara ulaşamayacağı da onların diğer vasıfları arasında zikredilmektedir.

Kur'an'da Hz. Musa'nın kavmi olan İsrailoğulları'nın alemlere üstün kılındığını ve onlara imtiyazlar verildiği, hiçbir kavme verilmediği kadar nimet verildiği ve onlara peygamberler ve hükümdarlar gönderildiği anlatılmaktadır. Ancak Kur'an'da geçen üstünlüğün yalnız Allah'a itaat edildiği dönemlerde olduğu da zikredilmekte; Allah'a şirk koştuklarında ve O'nun itaatinden çıktıkları dönemlerde ise Allah'ın, nimetlerine nankörlükten dolayı onları lanetlediğini ve rahmetinin artık onlara ulaşmayacağını ifade edilmektedir. Dolayısıyla onların üstünlüğü ancak takva derecesi ile ilgilidir. Nitekim Kur'anî bir düstur olan "üstünlüğün ancak takvada" olması, kavmî bir üstünlüğün söz konusu olamayacağını göstermektedir.

Yahudilerin bir diğer özelliği de Allah'ı uygunsuz vasıflarla tavsif etmeleridir. Yahudiler Allah'ın oğulları olduklarını iddia etmişler, Allah'ı eli sıkı ve fakir gibi vasıflarla tavsif etmişlerdir. Buna karşılık Kur'an onlara yakıcı bir azabın olduğunu, bu ifadelerin onların küfürlerini artıracağını, bu şirklerinden dolayı onların kıyamete kadar aralarında düşmanlık ve kin sokulduğunu ve onların artık ebediyen lanetlenmiş bir millet olduğu (Maide, 5/18, 64) zikredilmektedir.

Yahudilerin Kur'an'da zikredilen diğer özelliklerinden biri de, fitne ve fesat çıkaran bir millet olduklarıdır. (Maide, 5/64) Onların fesatlarının altında yatan şey, bütün beşeriyete duydukları kin ve şahsî menfaatleri doğrultusunda hareket etmeleridir. Öncelikle toplumları ahlaken çökertmekte, birbirine düşürmekte ve menfaatlerine göre hareket etmektedirler. Bu durumda onların hileli yollarla ulaşmak istediği emellerine, Allah'tan onlara hiçbir zafer gelmeyeceği bildirilmiştir.

Yahudilerin nankörlüklerine bir örnek de peygamberlerini ve cemiyetleri içinde adaletli olan kimseleri öldürmüş olmalarıdır. Kin ve düşmanlıkta yarışan Yahudiler'in bu hareketlerinden dolayı acı bir azaba müstehak olacakları Kur'an'da bildirilen hususlardandır.

Kur'an Yahudileri lanetlenmiş bir millet olarak zikretmekle beraber, onlara Allah'a ve ahiret gününe inandıkları ve iyiliği emredip, kötülüğü nehyettikleri takdirde müjdelerin olduğunu beyan etmiştir. Kur'an'da geçen,

"Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar." (Al-i İmran, 3/112-113)

ayetleri, onların hepsinin bir olmadığını, lanetlenenlerin sözlerinde durmamalarından, şirklerinden ve amellerinin kötü olmasından dolayı; müjde verilenlerin de Allah'a şirk koşmadan ona kul olarak istikametli bir yol takip etmelerinden dolayı müjdelendiklerini göstermektedir. Ehl-i Kitap'tan olup, iyi amel işleyenler anlatılırken; onlara yüklerle mal bıraksan, noksansız iade edeceklerini, Kur'an'ın indirilmesine sevindikleri, tam bir samimiyetle Allah'a boyun eğerek iman ettikleri zikredilmektedir.

Sonuç:

Kur'an-ı Kerim'de İsrailoğulları örneğinden hareketle, insanın yeryüzündeki varoluş gayesine uymayan davranışlar sayılarak belirginleştirilmekte, bir topluluğun lanetlenmesine yol açan dalaletlerin ve kötü hasletlerin haritası çıkarılmaktadır. İnsanların arasında yaşayan ve insanlığın nefs-i emmaresi sayılabilecek kadar her türlü kötülüğe kaynaklık emiş bir kavmin Allah katındaki durumu ve onu bekleyen neticeler anlatılırken, beşerin dünyadaki imtihanının nasıl cereyan ettiği gözler önüne serilmektedir. Kur'ani metod olarak bir insan topluluğunun yaşadıkları ile külli düsturlar nazara verilmekte; insanlığı lanete, zillete, meskenete, azaba ve şekavete götüren kötü hasletlerden ancak Hüda'ya tabi olmakla kurtulmanın mümkün olduğu vurgulanmaktadır. İsrailoğullarının düçar oldukları azab, meşakkat ve lanet mensup oldukları etnik köken yüzünden değil, saplantıları ve kötü hasletleri yüzündendir.

Kur'an'da Yahudi milletinin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan desatir içindir ki; Kur'an onlara karşı pek şiddetli davranıyor. (Sözler, s. 367) Dolayısıyla Yahudi milletinde ekseriyet itibariyle bu vasıflar yoğun bir biçimde bulunduğu içindir ki; Kur'an onları lanetlemiştir. Bir bakıma lanetlenen Yahudi milleti değil, onların ekserisinin sahip olduğu kötü vasıflardır. Bu duruma yol açan fiillerin başkaları tarafından yapılması halinde onların da aynı gruba dahil olmaları ve aynı sonuçlarla karşılaşmaları söz konusudur.

Daha önce de bahsedildiği gibi, İsrailoğullarına Hz Musa ile Firavun'un zulmünden ve denizde boğulmaktan kurtulmak, çölde kendilerine gönderilen yiyeceklerle doyurulmak, susuzluklarını gidermek için kayadan su çıkarmak gibi nimetler verilmiş ve azaptan korunmuşlardır. Buna mukabil onlar verdikleri sözü tutmamışlar, daha sonraları bazı peygamberlerini öldürmüşler, Allah'ı unutup puta tapmaya başlamışlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmışlardır. Onlar, verilen nimetlere karşı nankörlük etmeleri, zulme sapmaları, hile, fesad ve fitne dolaplarını çevirmeleri, gurur, inat ve taassupları, haris bir şekilde mala ve dünyaya tapmaları neticesinde Allah tarafından lanetlenmişlerdir.

Fakat bu lanetlenmenin sadece ırkî bağlamda ele alınması yanlış olur. Çünkü onlar içinde de hak ve hakikati teslim eden, iyiliği emredip, kötülüğü nehyeden kimselerin olduğu gerçektir. Nitekim Hz. Peygamber (asm) döneminde Yahudi alimlerinden olan Abdullah b. Selam kitaplarında Hz. Peygamber (asm)'in vasıflarını okumuş ve Peygamber'i görür görmez "Bu yüzde yalan yoktur." diyerek hemen iman etmiştir.

Hiç kimse milliyetinden ve ırkından dolayı şekavete mahkum olmadığı gibi, saadete nail olmayacağı, üstünlüğün ancak takvada olduğu, kim zerre kadar hayır işlerse veya zerre kadar kötülük yaparsa muhakkak karşılığının verildiği hakikati mutlak Adaletin iktizasıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

16 Kasım 2013 Cumartesi





Bebeğinizle Mükemmel Tatilin Püf Noktaları

Yaz demek çoğumuz için dört gözle beklediğimiz tatil demek.

Özellikle ebeveynler için bebekle çıkacakları ilk tatil, heyecan verici yeni deneyim anlamına gelirken öte yandan da kafa karıştıran birçok soru ve gereksiz evhamları da taşır. Oysa bebeğinizle tatil keyfini doya sıya çıkartmak için uygulayacağınız birkaç küçük püf noktası ile ailece mükemmel bir tatil mümkün. Liv Hospital Yenidoğan ve Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülnihal Şarman ebeveynleri bebekli tatil konusunda bilgilendiriyor…

Bebek ve Çocuk Dostu Oteller İşinizi Kolaylaştırır

Bebek ve çocuklara uygun tatil mekanlarının sağladığı yemek, eğlence, oyun alanı, çocuk bakıcı hizmeti gibi olanakların tatilinizi daha rahat geçirmeniz için bir fırsat olduğunu dikkate alın. Bu tip Bebek dostu otellerde bebeğiniz hastalanırsa uygun bir hekim bulmanız mümkün. Sadece erişkinlerin 'kafa dinlemek' için gittikleri bir otelde hem siz hem de kafa dinlemek isteyenler rahatsız olabilir.

Bebekle Çok Durak Yapmayın

Bebekli tatilde belirlemiş olduğunuz bir noktada kalmayı tercih edin. Merkezi olmayan bir otele erişim söz gelimi 4 taşıtla yapılacaksa unutun. En fazla 2 aktarma yaparak pratik bir şekilde ulaşabileceğiniz mekanları tercih edin.

Suya Yakın Olmayan Düzayak Bir Mekan Tercih Edin

Genellikle rahat yürüyemeyen 0-2 yaş ile tatilde düzayak bir yer seçmelisiniz. Bebeğiniz havuz, deniz gibi su kenarına kolay erişemeyeceği bir oda gayet uygun bir seçenektir.

Çevredeki Market ve Medikal Olanaklar

Çocuklarla tatil yaparken hastalanma durumlarında yakınlarda, hiç değilse araba erişimiyle başvurabileceğiniz bir tıp merkezi olmasında fayda vardır. Çocuklar erişkinlere göre daha sık ve kolay hastalanırlar. Örneğin kusma ile başlayan bir mide barsak enfeksiyonu çocuklarda daha kolay sıvı kaybına neden olur. Erişkinlere göre çok daha hareketli ve cesur davrandıklarından yaralanmalar ve kafa travmaları da sık görülür. Medikal gereksinimleri kadar mama, bez, kavanoz yemekleri gibi pek çok ekstralara ihtiyaç olacaktır. Bu nedenle yakınlarınızla bir marketin olması işinize gelecektir. Eğer çocuklarınızla bir doğa tatili yapmaya karar verip yaylada kampa giderseniz bu tür ihtiyaçlarını önceden bir fazlasıyla almanızda fayda vardır.

Bol Gölgesi Olan Bir Otel

Bebekle yaz sıcağında gölgelerin peşine düşersiniz. Ancak şunu unutmamakta fayda var, gölgede bile güneş ışınları yansıma yoluyla yakıcı olabilir. Ağacı bol, gölgelikli verandası olan bir mekan bebeğinizin ve sizin rahat etmesini sağlayacaktır.

- Yolculuk sırasında nelere dikkat etmek gerekir.

- Araba koltuğunun kemerlerini ve emniyet kemerini takın.

- Mola vermeniz normaldir, beklediğinizden daha sık! Yola 1-2 ekstra saat önce çıkın.

- Bebeğinizi her zaman arka koltuğa koyun. Çünkü orası en sık çarpma şekli olan önden çarpma durumunda en uzak ve en güvenli yerdir. Arkada yanında oturursanız iyi olur.

- Atıştırmak için yiyecek, su, ilk yardım çantası, bol bez olan Bebek çantası, su gerekmeyen temizleyici losyon, kullandığı ilaçları yanınıza alın.

- Sıcak havalarda seyahat ederken arabanızın klimasını bebeğe gelmeyecek şekilde çalıştırmanızda sakınca yoktur.
Ellerinizi sık sık yıkayın; yanınızda antibakteriyal özelliği olan ıslak mendillerden bulundurun. Yakınınızda nezleli bir kişi oturuyorsa ve başka boş yerler varsa uzaklaşın.

10 Kasım 2013 Pazar



Görüntüsü yeter ezmeye
BUGÜN Atatürk'ü "erken" kaybedişimizin yıldönümü.

Bunca yıldır aynı saygı ve sevgiyle hatırlanan, onu sevenlerin kalbinden ne yapılırsa yapılsın silinmeyen bir başka lider var mı acaba?

Herhalde yok.

O'nun izlerini silmeye çalışanlar bile onun kurduğu kurumlar üzerinde ayakta duruyorlar...

O'nun inşa ettiği yerlerde oturuyorlar.

Lafı çok uzatmak niyetinde değilim.

Ata'mın fikirlerini yazan çok olur bugün.

Ben sadece fotoğraflarını koyacağım.

Bırakın O'nun "ileri görüşünü", "devlet anlayışını yakalamayı", O'nun sadece görüntüsünü bile yakalayacak kimse gelmedi bu topraklara. Gelemez de!



Arınç sorunsalı ve Quadriga

SEVMEDİĞİM kelimelerin başında gelir "sorunsal".

Zaten o yüzden başlık yaptım.

Üç gündür Türkiye'de konuşulan tek şey "Arınç'ın Erdoğan'a yönelik sözleri".

Ya da "isyanı".

Gelin bu olaya bir başka yönden bakalım.

AK Parti kurulurken, partiyi çeken bir "Quadriga" vardı.

Yani bir dörtlü.

Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener ve Bülent Arınç. Erbakan'a "yenilik" bayrağı açarak ayrılan ve Cumhuriyet'in son 11 yılına damga vuran AK Parti'nin temelini oluşturan dört kişilik bir heyet.

Lider tartışmasız biçimde Erdoğan'dı ama diğer üçü de kendilerini eşit derecede önemli ve değerli görüyorlardı.

İlk kırılma 2007'de Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yaşandı. Abdullatif Şener, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi partiyle ipleri kopardı.

Quadriga'yı çeken 4'lüden biri eksildi.

Geri kalan 3'lüden biri Cumhurbaşkanlığı'na çıkarken, diğeri TBMM Başkanı oldu. Erdoğan ise zaten tartışmasız Başbakan'dı.

Aradan 6 yıl geçti.

Bu 6 yıl boyunca sürekli olarak Erdoğan ile Gül arasında "çekişme" iddialarıyla yaşadık. Ancak su üzerine çıkan bir şey olmadı. Çekişme "iç rekabet" olmanın dışına taşmadı.

Ve yeni bir Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi konuşulan tek şey "Gül ve Erdoğan" ikilemi oldu.

Hangisi Köşk'e çıkacak, hangisi Başbakan olacak!

Bülent Arınç'a düşen ise "emeklilik" gibi görünüyordu; çünkü 3. dönemi doldurmuştu ve onun için kimsenin aklında bir "kariyer planı" yoktu. Unutulmuştu.

Bülent Bey de kendini hatırlatma yolunu tercih etti.

"Ben de buradayım" dedi.

Bu saatten sonra "hatırlanır" ya da "önemsenir" mi emin değilim. Bana sorarsanız, artık etkin bir figür olarak görülmediği için çok fazla kaale alınacağını zannetmiyorum.

AK Parti'ye yakın çevrelerde ise Bülent Arınç'ın son çıkışının "olumlu" karşılanmadığını biliyorum.

Bülent Bey'in sözlerini iki farklı olasılığa bağlıyorlar.

Birincisi Arınç'ın "tüzük değişikliği" ve başbakanlık istemesine. Yani oyun dışı kalmayı içine sindirememesine.

İkincisi ise "cemaatten cesaret almasına" ve bu cesaretle birinci sıradaki taleplerini güçlendirmeye çalışmasına.

Ben ise meseleye başka türlü bakıyorum.

Öyle veya böyle, AK Parti Türkiye'de bazılarının hoşuna giden, bazılarının hoşuna gitmeyen bir tür "devrim" yaptı.

Her devrim hareketinden sonra o devrimi yapanların bir bölümü hareketten şu veya bu şekilde kopar veya kopartılır.

1. Türk devrimi dahil tüm devrimlerde bu olmuştur.

Yakınlılıklar sona ermiş, bir veya iki kişi yola birlikte devam etmiş, diğerleri ayrılıp ya kenara çekilmiş ya karşı cepheye geçmiş ya da giyotine gitmiştir.

Bu kez de yaşanmakta olan bundan başka bir şey değildir.

Önce Şener, sonra Arınç.

Quadriga'da artık 2 kişi kalmıştır.
Fatih Altaylı